Ahmet Esat Bozkurt Namıdiğer İngiliz Kemal

[XFB] Konu Bilgileri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Türk Tarihi kategorisinde Berlin tarafından oluşturulan Ahmet Esat Bozkurt Namıdiğer İngiliz Kemal başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 100 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Türk Tarihi
Konu Başlığı Ahmet Esat Bozkurt Namıdiğer İngiliz Kemal
Konbuyu başlatan Berlin
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Berlin

Berlin

Admin
Kayıtlı Üye
Grafiker
Katılım
9 Haz 2023
Mesajlar
32
Tepkime puanı
14
Puanları
8
Konum
Ankara
Millî Mücadelenin Gizli Kahramanlarından Ahmet Esat Bozkurt Namıdiğer İngiliz Kemal

Millî Mücadele’de düzenli ordu kadar önemli olan bir şey varsa o da şüphesiz İstihbarat faaliyetleridir. İstihbarat Örgütleri’nin haber alma faaliyetleri ve sızma operasyonları Anadolu’ya karşı oluşacak olumsuz hareketlerin önüne geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu istihbarat raporları sayesinde, Millî Mücadele’nin yönünü istediği şekilde değiştirebilmiş ve yine olumlu sonuçlar almıştır. Millî Mücadele, istihbaratsız kalsaydı daha can alıcı sonuçlar doğabilirdi. Anadolu çok büyük bir silah desteğinden mahrum kalır ve İtilaf Kuvvetleri’nin operasyonları engellenemeyebilirdi. İstihbarat faaliyetleri, Millî Mücadele’den, yeni kurulan devlete kadar bu toprakların kilit taşı olmuştur. Bu bağlamda akla gelen önemli isimlerden biri Ahmet Esat Tomruk namıdiğer İngiliz Kemal’dir. Bu isim milli mücadele adına oldukça önemli ve değerlidir. Verdiği bilgiler sayesinde İstiklal Savaşı’nın kaderini doğrudan etkilemiştir.

Anahtar Sözcükler: Millî Mücadele, Milli İstihbarat, İngiliz Kemal

Osmanlı Devleti’nden Millî Mücadele’ye İstihbarat Faaliyetleri

Devletlerin bir istihbarat ağı, bu istihbarat ağına da verdikleri bir isim vardır. Osmanlı Devleti de tıpkı diğer devletler gibi istihbarata önem vermiş ve II. Abdülhamit zamanında da resmi olarak bir Hafiye ağı kurmuştur. Her ne kadar bu hafiye ağı, sultanın istibdatçı yönetiminin bir teminatı olarak kurulmuş ve daha çok yönetime karşı olanları jurnallemek amacıyla faaliyet göstermiş olsa bile modern Türk istihbaratının başlangıcı sayılabilir. Şöyle ki; 1877 yılında Kitabet Kadrosu adıyla bilinen bir haber alma örgütünün, 1896 yılı itibariyle sayısının artması ve polis şeflerinin de Saray’a bilgi aktarması ile istihbarat örgütünün yapısı tam olarak oturmuştur. Daha da ilerleyen zamanlarda, Başkitabet görevlisinin, Babıali’yi bile sıkıştıracak tarzda faaliyetlere girişmesi ve hemen ardından, padişahın izni ile sadrazamları bile sorgulayacak kadar ayrıcalıklara sahip olmaları, Hafiye Teşkilatı’nın resmi olarak istihbarat örgütü olmasına sebebiyet vermişti. Bahsi geçen istihbarat faaliyetlerinin doğrudan Sultan Abdülhamid’e aktarılması, şüphesiz Hafiye Teşkilatı’nın devlete değil, bireye bağlı olduğunu gösterir. Hafiye Teşkilatı’na bağlı Hafiyeler, ellerine geçen raporları Saray’a gönderirlerdi. Bu raporlara Jurnal, veya Jurnal deniyordu.[1] Saray’a jurnal gönderen biri, verdiği istihbarat doğruysa para ile ödüllendirilirdi. Her ne kadar Hafiye Teşkilatı, iç sesleri bastırmak ve ülke içerisinde padişaha karşı olanları tespit etmek amacı ile kurulmuş olsa da yurtdışında, özellikle elçiliklerde de konuşlanmıştı. Sultan’ın kurduğu bu teşkilatın en büyük amaçlarından biri de 1889 yılında kurulmuş olan İttihad-i Osmanî Cemiyeti’nin faaliyetlerini takip etmek ve Sultan’a karşı olan bu örgütü kontrol altında tutmaktı. Bu örgüt daha sonra İttihad ve Terakki adını alacaktır.[2] Bu amaç doğrultusunda, hafiyeler, Jön Türklerin yoğun faaliyet gösterdikleri Paris’e giderek para yoluyla cemiyetin önemli simalarını susturmuşlardır. Hatta o dönem Jön Türklerin liderlerinden Mizancı Murat, Abdülhamit’in verdiği görevi bile kabul etmiştir. Abdülhamit, Hafiye Teşkilatı sayesinde, kendisine karşı kurulan gizli örgütleri etkisizleştirmeyi başarıyordu. 1878 Berlin Kongresi ile, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü Avrupalı Devletler tarafından kontrole alınmış olduğu için, istihbarat faaliyetleri içe dönük olarak devam ediyordu. Bu istihbarat faaliyetleri, neredeyse Jön Türklerin sonunu getirmişti. Artık Paris’te sadece Ahmet Rıza mücadele etmeye devam ediyor, o da bin bir zorluğa maruz kalıyordu. 1902 yılındaki Jön Türk Kongresi de İttihatçılar arasındaki ayrılıkları arttırdı ve Ahmet Rıza, iyice yalnız kaldı. İşte o dönemlerde bir iletişim kopukluğunun farkına varan Ahmet Bey, haberleşme ağının önemini kavrayarak Bahattin Şakir’i haberleşme ve Jön Türkler arasındaki iletişimden sorumlu kişi yaparak ilk adımı atmış olur. Bu, ileride kurulacak olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk adımı olarak kabul edilebilir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın resmi kuruluş tarihi 1914’tür.[3] Dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından kurulan teşkilat Pantürkizm’inden ilham alır. Teşkilat-ı Mahsusa, resmi adı ile Umur-ı Şarkıyye Dairesi, gönüllü birliklerden oluşan, çete mücadelesi veren ve düşman hatlarına sızıp bilgi toplayan bir teşkilattan ibaretti. Bu yaptıkları göz önünde bulundurulursa, Sultan’ın Hafiye Teşkilatı’ndan ayrıldığı ve farklı amaçlarda hareket ettiği anlaşılabilir. Öncelikli görevi düşman hatları üzerinde bilgi toplayıp, sabotaj eylemleri düzenlemek olan Teşkilat, 1919 yılında kapatılmıştır.

Millî Mücadele zamanında faaliyet gösteren haber alma örgütleri, kısmen de olsa Teşkilat-ı Mahsusa ile bağlantılıdır. Karakol Teşkilatı’nın kurucusu Kara Kemal Bey, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından doğuya gönderilen ajanlardan sadece biriydi. Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir diğer önemli faaliyeti ise, Cihan Harbi zamanında, Müslüman ülkeleri, İtilaf Kuvvetleri’ne karşı örgütlemekti. Özellikle Ohrili Eyüp Sabri Bey, İtalyanlara karşı Arnavutları teşkilatlandırmış fakat hükümetin ihaneti sonucu başarısız olmuştur. Yine aynı şekilde, 1914 Ağustos’unun başlarında, Enver Paşa’nın emri ile Teşkilat-ı Mahsusa’nın ajanları Afganistan’a giderek İngilizlere karşı yerli halkı örgütlemeye çalışmışlardır. Bu amaçla Rauf Bey ve Süleyman Şefik Paşa Afganistan’a hareket etmişlerdir. Jurnalcilikten Teşkilat-ı Mahsusa’ya geçiş, Türk istihbaratı açısından mühim bir yer kaplamaktadır. Saray’ın hafiyelerine karşı, etki tepki sonucu doğan Umur-i Şarkıyye Dairesi, işgal yıllarında kilit roller oynayarak milli mücadeleye büyük katkılar sağlayan istihbarat teşkilatlarına örnek olmuş ve modern Türk istihbaratının temel taşlarını oluşturmuştur. Bu istihbarat ağı, sadece milli mücadele zamanında değil, Cumhuriyet’imizin ilk yıllarında da aktif görevler üstlenerek yeni devletin ilk resmi dairelerinden birini meydana getirmişlerdir.

Millî Mücadele’de İstihbarat Faaliyetleri

Karakol Teşkilatı

Mondros Ateşkesinin hemen sonrası, İstanbul’daki azınlıkların taşkınlık çıkartması ve İtilaf Devletlerinin gemilerinin İstanbul Boğazı’na demirlenmesi, İstanbul’da gizli bir teşkilat zorunluluğu doğurmuştur. Bu zorunluluk sonucu ortaya çıkan ilk direniş ve istihbarat örgütü Karakol Cemiyeti’dir. Karakol Cemiyeti, İttihatçılar tarafından kurulmuş, Millî Mücadele’ye silah, teçhizat ve adam kaçırmış, haber alma hizmetleriyle büyük yardımlarda bulunmuştur. Cemiyet, İttihat ve Terakki’nin devamı niteliğinde olup, Enver Paşa’nın emri ile Mondros’un imzalanmasından kısa bir süre sonra kurulmuştur. Yine Enver Paşa’nın emri ile Teşkilat-ı Mahsusa depolarından, cemiyete savaş malzemeleri sağlanmıştır. Karakol Cemiyeti’nin resmi kurucuları eski İaşe Nazarı Kara Kemal ve Miralay Kara Vasıf Bey’dir. Diğer önemli şahsiyetler arasında Emekli Yüzbaşı Baha Said, Galatalı Şevket, Yenibahçeli Ahmed Şükrü, Halil Paşa, Japon Rıza, Süvari Albayı Hüsamettin Ertürk vardır. Bu isimlerin hepsi, eski İttihat ve Terakki üyesidir. Bu da Karakol Cemiyeti’nin, İttihat ve Terakki’nin illegal bir devamı olduğunu açıkça ortaya koyar. Karakol Cemiyet’i, ilerleyen zamanlarda daha da güçlendi ve yeni katılımlarla büyümeye başladı. Malta’da savaş esiri olarak tutulan Eşref Kuşçubaşı, savaş esirlerinin değişimi sonucu İstanbul’a dönerek Karakol Teşkilatı’na katıldı. Daha sonraları yakalanması emredilen Kuşçubaşı, Ege’ye giderek milis kuvvetlerine katıldı ve Karakol’un bölgede teşkilatlanmasına yardımcı oldu. Karakol Teşkilatı’nın ismi ise, kurucuları Kara Kemal ve Kara Vasıf’ın ortak lakapları olan Kara’dan gelmektedir. Cemiyet’in kuruluş amaçlarından birisi de Ermeni Tehciri yüzünden savaş suçlusu sayılan İttihatçıların, İstanbul’daki varlıklarını başka bir isimle devam ettirmek istemeleridir. Bu amaç doğrultusunda İstanbul’da kalan ve saklanan bütün İttihatçıları cemiyete davet etmeye başlayan Kara Kemal fiili faaliyete geçerken, Kara Vasıf da Karakol’un Nizamnamesini kaleme almıştır. Karakol Teşkilatı’nın nizamnamesinde geçen en can alıcı nokta 4. Maddeydi. Bu maddede meydan okurcasına şöyle söyleniyordu;

“Karakol’un dahildeki faaliyeti, milli ve mülki birliği hürriyet ve tabii hakları meşru ve sessiz teşebbüslerle temine matuf ve maksur olup, şu kadar ki her hürriyeti boğan, her hakkı ezen ve yalnız kuvvet ve menfaat önünde secde eden müstebitlere karşı zaruret duyuldukça ihtilal silahına sarılacak ve kırılmaz bir azim ile yumruğunu sallayacak, hür ölecek fakat esir ve zelil yaşamayacaktır!”

Mustafa Kemal Paşa da Samsun’a çıkmadan önce Karakol Teşkilatı’nın varlığından haberdar oldu. Cemiyet, Mustafa Kemal’in yanında olduğunu belirtmekle birlikte, gizliden başka bir düşünceyi de geliştirmeye çalışmaktaydı. Bunda, yurtdışında bulunan İttihatçıların direktiflerinin olduğu muhakkaktır. Bu düşünce, Mustafa Kemal Hareketi ve Millî Mücadele’nin İttihat ve Terakki uzantısı olduğunu yaymak ve Sarı Paşa’yı bu çizgiye çekmektir. Bu düşünce, Enver Paşa’nın Anadolu’ya tekrar girememesi ve halkın İttihad ve Terakki nefretinin bastırılamaması yüzünden rafa kaldırıldı ve uygulanamadı.
En sonunda, liderliği üstlenmesi için Mustafa Kemal Paşa ile Cevat Abbas üzerinden iletişime geçildi. O günlerde Mustafa Kemal, Şişli’de ikamet ediyordu. Halil Paşa’nın anılarına göre, Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya gideceğini biliyordu ve milli bir direniş kurmayı çoktan kafasına koymuştu. Anadolu’da bir direniş başlatmanın daha mantıklı olacağına inanan Mustafa Kemal, Karakol’un bu teklifini reddetti. Sarı Paşa’nın bu teklifi reddetmesindeki en büyük etken, İttihatçılara güvenmemesiydi. Karakol Teşkilatı, Mustafa Kemalsiz bir şekilde yoluna devam ederek, İstanbul içinde hücre sistemi ile örgütlenmeye gitti. Teşkilat, ilk başlarda basın yoluyla mücadeleye girişmiştir. Bu amaçla İleri Gazetesi’nde yazılar yazılıp halk uyandırılmaya çalışılmıştır. Kemalettin Sami, bu basın propagandasından sorumlu kişi olmuş ve kamuoyu oluşturarak İngiliz ve Fransızlara karşı Aydınlar Grubu ile ortak mücadele yürütmüştür. Yarbay Edip Servet Bey ise, casusluk faaliyetlerinden sorumlu olmuş ve düşman karargâhlarıyla işbirlikçilerin arasına sızma operasyonları düzenleyerek çok sayıda belge ele geçirmiştir. Ayrıca düşman elçiliklerine ajanlar yerleştirerek ele geçirilen bütün bu belgeler, şifreli bir şekilde Anadolu’ya iletilmiştir. Kısa zamanda örgütlenmesini tamamlayan Karakol Cemiyeti’nin Millî Mücadele’ye yaptığı en büyük katkı, silah, cephane ve subayların İstanbul’dan gizlice Anadolu’ya kaçırılması ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin planlarının Mustafa Kemal Paşa’ya iletilmesi olmuştur. Karakol, Anadolu’da örgütlenebilmek amacıyla bütün ordu makamlarına ve sivil kuruluşlara tüzüğünü göndermiştir. Bunun hemen ardından Mustafa Kemal Paşa, 9 Ağustos 1919 yılında yayınladığı bir genelge ile; “Cemiyetle bir ilişkisinin olmadığını, ikilik yaratılmaması gerektiğini ve cemiyeti araştıracağını” belirtmiştir. Karakol Cemiyeti ile Mustafa Kemal arasındaki uçurum bu açıklamadan sonra hayli derinleşmiştir. Cemiyetin, Millî Mücadele’yi İTC’ye bağlama fikri Mustafa Kemal tarafından anlaşılmıştır. Sarı Paşa, bunu Kara Vasıf Bey’e iletmiş ve aralarında bir tartışma çıkmıştır. Fakat Karakol, İstanbul’da bir hayli güçlendi ve Mustafa Kemal’den bağımsız hareket etmeye başladı.28 Haziran 1919’da Rami Kışlası’nın deposunda büyük bir yangın çıktı ve işgal kuvvetlerinin cephaneleri tümüyle imha oldu. Bu sabotaj eylemi, Karakol Teşkilatı’nın İstanbul’da yaptığı en büyük eylem olarak tarihe geçti. Bunun yanı sıra, Kuvay-ı Milliye grupları oluşmaya başladığı sırada Karakol, Anadolu’ya ulaşım için yeni bir örgüt olan Menzil Teşkilatı’nı örgütledi. Silah kaçakçılığı, Anadolu tarafından Dudullu üzerinden çizilen Menzil hattından devam ediyordu. Burada görev alan subayların üzerinde gizli bir Karakol damgası bulunuyordu. Mustafa Kemal, istediği subayların ismini cemiyete iletiyor ve cemiyet de bu subayların Anadolu’ya atanmalarını sağlıyordu. Karakol’un bu faaliyetleri, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi ile durma noktasına geldi. Birçok cemiyet üyesi, tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne gönderildi. Geri kalan üyeler ise Anadolu’ya giderek fiili olarak Millî Mücadele’ye katıldılar. Fakat cemiyetin İstanbul Hücreleri görevlerine devam ettiler ve bu hücrelerden biri olan Üsküdar, Kurmay Albay Mustafa Bey tarafından 27 Ekim 1920 tarihinde tekrar canlandırırdı ve Zabitan Grubu adını alarak faaliyetlerine devam etti. Zabitan Grubu da aynı Karakol gibi Anadolu’ya silah ve subay kaçırmakla uğraştı ve Karakol mührünü kullandı. Ama Zabitan Grubu’nun, Ankara’daki Hamza Grubu ile mücadeleye girmesi ve Anadolu’ya gönderdiği bazı subayların İngiliz ajanı çıkması gözden düşmelerine sebep oldu. Ayrıca Karakol mührünün İngilizlerin eline geçmesi de cemiyetin sonunu getirdi. Aynı cemiyet 1921 yılına kadar Yavuz Grubu ismi ile devam etmiş olsa bile pek bir icraat yapamadı ve böylece Karakol Teşkilatı tarihe karışmış oldu.

Felah Grubu

İlk kuruluşta Moltke ismiyle tarih sahnesine çıkan grup, sırasıyla Hamza, Mücahit ve Muharip isimlerini kullanmış, en sonunda da Felah ismini almıştır. Yukarıda bahsettiğimiz, Karakol Cemiyeti ile rekabet içine giren Hamza Grubu, Millî Mücadele’nin sonuna kadar Felah ismini kullanmıştır.[4] Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920 tarihinde toplanmasından sonra, başta İstanbul olmak üzere, ülkenin her yerinin Ankara’ya bağlanması kararının çıkması, Felah Grubu’nun etkinleştirilmesi için bir fırsattı. Çünkü Ankara’ya subay ve silah kaçırılması artık resmi bir teşkilat üzerinden yapılmalıydı. Bunun üzerine 23 Eylül 1920 yılında Felah Grubu kururdu. Hamza Grubu, Ankara destekli bir İstanbul örgütüydü. Grubun ilk faaliyetleri daha çok istihbarat üzerineydi ancak 10 Mayıs 1921 yılından sonra silah ve subay sevkiyatına geçebilmişlerdi Hamza Grubu, 3 aylık bir dönem içerisinde, muhbirlerini Bursa, İzmir ve Manisa’ya kadar sokarak, Yunan Ordusu’nun hareketi ile ilgili önemli bilgiler ele geçirmiş ve bunları Ankara’ya iletmiştir. Hamza Grubu, Şakir Muzaffer Bey’in, Saray’a ve İngilizlere bilgi vermesinden ötürü ve Ankara’ya iletilen bazı evrakların kaybolmasından dolayı isim değiştirerek “Mücahit Grubu” adını almıştır. Grup, daha sonra da Muharip ismini aldı ve faaliyetlerine devam etti. Bu istihbarat örgütünün sürekli isim değiştirmesinin sebebi sık sık İngilizler tarafından deşifre olmasıydı. Sakarya Savaşı sırasında, İzmit’ten kaçırılan mühimmatların, İngilizler tarafından ele geçirilmesi ve mührün deşifre edilmesi sonucunda grup Felah ismini aldı ve telgraflarda “F” damgasını kullandı. Sultanahmet Mitingi ve Fatih gösterileri bu propaganda faaliyetlerinden sadece birkaçıydı. Felah Grubu da propaganda yaparak Millî Mücadele’ye halkın desteğini çekmeye çalışmış ve başarılı da olmuştur. Felah Grubu, Millî Mücadele için adam kaçırmaya devam ederken, İngiliz yanlısı Damat Ferit Paşa tarafından ifşa edildi ve ajanlarının listesi ele geçirilerek EHUR’a gönderildi. Grup, 4 Ekim 1923 yılına kadar görevine devam etti ve bu tarihten sonra görevine son verildi.

M.M. (Mim Mim Grubu)

1920’DE Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin askeri kanadı, İstanbul’daki Müslüman nüfusu, gayrimüslimlerden gelebilecek saldırılara karşı koruyordu. Bu hücreye kısaca M.M. deniyordu. M.M Grubu’nun liderleri eski Karakol’un üyeleriydiler ve birçoğu ittihatçıydı. Teşkilat-ı Mahsusa faal olarak M.M. Grubu’na dönüşmüştü ve İstanbul’daki semtlerde mücadeleye devam ediyorlardı. M.M. Grubu’nun en önemli görevi karşı istihbarat yapmaktı. Bu maksatla, Doğu Anadolu Bölgesi’nde çıkarılmak istenen isyanı ve Milli Meclis’e karşı yürütülen anti-milliyetçi propagandayı gün yüzüne çıkararak hükümeti büyük bir faciadan kurtarmıştı. Mim Mim Grubu’nun, İstanbul’da örgütlendiği ilk yer Topkapı-Şehremini oldu. Burada eski TM mensubu Canbaz Mehmet tarafından etkinleştirilen örgüt, Gelibolu’da Mustafa Kemal’in emri altında savaştığı için, İstanbul’dan Ankara’ya gitmeden önce Paşa’nın güvenliğini sağladı. Mim Mim, faal olduğu müddet boyunca İngilizlerin ve Fransızların savaş depolarını soyarak ele geçirilen malzemeleri Ankara’ya iletti. Teşkilatın Üsküdar reisi Ethem Pehlivan, Erenköy’de İngilizlerin korumakta olduğu silah deposuna iki kere baskın yaptı ve sonunda İngilizler buradaki silahları Marmara Denizi’ne boşalttılar. Kasım 1920’de ise, Topkapı Hücresi, birçok milliyetçi ajana işkence eden İngiliz İstihbarat Subayı John Bennet’i öldürmeye teşebbüs etti. Fakat bu suikast başarısız oldu. Yine de Bennet bu saldırıdan sonra ömür boyu topal kaldı. M.M.’nin davaya en önemli katkısı istihbarattı. Eski TM ajanı olan Yüzbaşı Galip, Damat Ferit’in köşkünde irtibat subayı ve tercümandı. Topkapılı için çalışan Galip Bey, 1920’de Ankara’nın üzerine gönderilecek olan Hilafet Ordusu’nun stratejisini ve konumunu ele geçirip Mustafa Kemal’e iletti. Ayrıca Hilafet Ordusu’nun arasına katılan askerlerin arasına sızan Hüsamettin Ertürk’ün adamları, askerler arasında propaganda yaparak onları kendi saflarına çekmeye çalıştı.15 Aralık 1920 tarihli bir M.M. raporuna göre, Rus Mareşali ve yardımcısı, Wrangel Birlikleri arasında propaganda yapmak ve Türk milliyetçilerine karşı savaşmayacaklarına dair garanti almak amacıyla Gelibolu’ya gitmişlerdi. General Wrangel, askerlerin, Kemalistlerle savaşmaya gönderilmeleri için bir emir çıkardığı zaman erler isyan ettiler ve İngiliz askerlerini öldürdüler. Bu olay, M.M. Teşkilatı’nın yaptığı propaganda ile alakalıdır. Şöyle ki; Hüsamettin Ertürk’ün adamlarının bu birliklere sızarak karşı propaganda yapmaları, askerlerin İngilizlere baş kaldırmalarına sebep olmuştur. Böylece İngilizlerin, Kuvay-ı Milliye’ye karşı Türkleri kullanma teşebbüsü de suya düşmüş oluyordu.
M.M. Grubu’nun faaliyetlerine 5 Ekim 1923 yılında resmen son verildi.
M.M. Grubu, Karakol ve Felah Cemiyetlerinden çok çok farklıydı. Felah Grubu daha çok silah ve subay sevkiyatı ile meşgul olurken, M.M. ise istihbarat ve sızma üzerine yoğunlaşmıştı. Ayrıca karşı propaganda işlerini de iyi bir şekilde yürüten M.M. asıl istihbarat örgütü diye nitelendirilebilir. KC ile farkı ise daha sistematik bir şekilde çalışmasıdır. Her iki teşkilatı da İttihatçılar kurmuş olsa bile M.M. daha yoğun ve sistemli çalışmış ve KC’ye nispeten şiddet olaylarına daha çok başvurmuştur. Karakol’un bu faaliyetleri, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi ile durma noktasına geldi. Birçok cemiyet üyesi, tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne gönderildi. Geri kalan üyeler ise Anadolu’ya giderek fiili olarak Millî Mücadele’ye katıldılar. Fakat cemiyetin İstanbul Hücreleri görevlerine devam ettiler ve bu hücrelerden biri olan Üsküdar, Kurmay Albay Mustafa Bey tarafından 27 Ekim 1920 tarihinde tekrar canlandırırdı ve Zabitan Grubu adını alarak faaliyetlerine devam etti.
Zabitan Grubu da aynı Karakol gibi Anadolu’ya silah ve subay kaçırmakla uğraştı ve Karakol mührünü kullandı. Ama Zabitan Grubu’nun, Ankara’daki Hamza Grubu ile mücadeleye girmesi ve Anadolu’ya gönderdiği bazı subayların İngiliz ajanı çıkması gözden düşmelerine sebep oldu. Ayrıca Karakol mührünün İngilizlerin eline geçmesi de cemiyetin sonunu getirdi. Aynı cemiyet 1921 yılına kadar Yavuz Grubu ismi ile devam etmiş olsa bile pek bir icraat yapamadı ve böylece Karakol Teşkilatı tarihe karışmış oldu.

Ahmet Esat Tomruk Namıdiğer İngiliz Kemal

Çocukluk Yılları ve Eğitim Hayatı

İngiliz Kemal Kurtuluş Savaşı sırasında gerek Yunan ve gerekse İngiliz gizli servislerinin elinde bulunan raporları, Ankara’ya bildirerek Türk kuvvetlerinin savaştan başarılı çıkmasını sağlayan ünlü Türk casusudur. Ahmet Esat Tomruk 1892-93 yılında İstanbul’da Altımermer’de doğdu.[5] Babası Evkaf Nezareti Varidât Kalemi Müdürü Mehmet Raşit Bey, annesi ise Sıdıka Hanım’dır. Mehmet Raşit Bey, eğlence hayatını seven birisi olmasından dolayı, bütün malını mülkünü bu yolda harcamış; geride çocuklarına sadece Bahçekapı’da bir dükkân bırakarak genç yaşta vefat etmiştir. Babası öldüğünde (1897-98) Ahmet Esat beş yaşında yetim kalmıştır. Babasının vefatından sonra Ahmet Esat, o sırada Hazine-i Hassa Kalemi kâtibi olan dayısı Sezai Bey’in himayesine girmiş, annesi ve dayısı ile Beyoğlu-Taksim’de Kazancı mahallesinde kiraladıkları evde yaşamaya başlamışlardır. Ahmet Esat, kendini hatırlamaya başladığında artık dayısının himaye ve gözetimi altındadır. Dayısının maddi durumu iyileşince aile Boğaziçi’nde Emirgan’a taşınmıştır. Emirgan kırlarında koşup eğlenmeyi çok seven Ahmet Esat, sporla da çocukluktan itibaren yakinen ilgilenmeye başlamış; ilk spor derslerini de Hariciye müsteşarı olan komşuları Talat Bey’den almaya başlamıştır. Talat Bey, Ahmet Esat gibi mahallenin çocuklarına yüzme ve yelken dersleri vermiştir. Ahmet Esat’ın hayallerinde ise meşhur bir pehlivan olmak vardır. Ahmet Esat, ilköğrenimini Emirgan’da tamamladı. Daha sonra dayısı tarafından Galatasaray Lisesine kaydedildi. Galatasaray Lisesi’ne kaydolduğunda okulun müdürü meşhur tarihçi Abdurrahman Şeref Bey’dir. Ders nazırı yani eğitim-öğretimden sorumlu müdür ise, Cemil Bey’dir. Galatasaray Lisesi’ne 679 numara ile kaydedilen Ahmet Esat’a dayısı haftalık olarak da 5 kuruş vermektedir. Galatasaray’a kaydolduğunda sınıfın en küçüğü olduğundan sempatiyle karşılanan Ahmet Esat’ın arkadaşları arasında Ruşen Eşref (Ünaydın), Fuat ve Kemal adlı öğrenciler vardır. Bu arkadaşlarının da kendisi gibi yetim olduğunu öğrenir. Ahmet Esat kendi deyimiyle bu arkadaşlarıyla birlikte okulda adeta bir yetimler birliği kurmuşlardır. Galatasaray Lisesi’nde parlak bir öğrenci olan Ahmet Esat, özellikle Fransızcasını geliştirmiş; yurt dışından edindiği arkadaşları ile mektuplaşmaya başlamış; yurt dışından adına sık sık mektupların gelmesi dönemin iktidarının ilgisini çekmiş ve hafiyeler tarafından takibe alınmıştır. Hatta bu sırada Fransa’da yayımlanan Mon Dimanche gazetesi kanalıyla, edindiği yabancı arkadaşlarıyla kartpostal mübadelesine de başlar. II. Abdülhamit idaresinin takibinden dolayı Paris’te bulunan Ahmet Rıza Bey’den kendisine gönderilen bir kart, yakın çevresindekilerin haklı olarak endişelenmelerine yol açar. Ahmet Rıza Bey, Galatasaray öğrencisi Ahmet Esat’a gönderdiği kartta; “İstibdadın hür çocukları, sizi tebrik eder; ihtiyatlı olmanızı tavsiye ederim” tarzında bir ifade kullanmıştır. Ahmet Esat bu kartı dayısı Sezai Bey’e gösterince, endişeye kapılan dayısı kartı hemen yok eder. Ayrıca Galatasaray Lisesi’ndeki öğrenciliği esnasında, öğrenciler arasında yönetime karşı gizli teşkilat kurduğu gerekçesiyle de devamlı gözetim altında tutulmuş; hatta bir ara dönemin hafiyeleri tarafından tutuklanarak Yıldız Sarayı’na götürülmüş; suçsuz olduğu tespit edildikten sonra serbest bırakılmıştır. Ahmet Esat gerek okul içinde gerekse okul dışında hareketleriyle kabına sığmayan, enerjik, zeki bir çocuk olduğunu göstermektedir.

Ahmet Esat’ın annesi ve dayısı oğullarının hafiyelerin devamlı takibi altında olmasından dolayı endişelenmişler; özellikle dayısı yurt dışına çıkması konusunda yeğenini ikna etmiştir. Yurt dışına, dayısının tanıdığı bir Yahudi simsarın aracılığıyla bir İngiliz vapur kumpanyasıyla irtibata geçilmiş; Ahmet Esat kaçak olarak bu vapura binmiştir. Ahmet Esat muhtemelen 1908 yılında İngiltere’ye gitmiştir. Bu yolculuk esnasında gemi kaptanı ile dostluk kurar ve ona İngilizce baba anlamına gelen “Dad” kelimesiyle hitap eder. Henüz 16 yaşında olan bu kıvırcık sarı saçlı, mavi gözlü sarışın çocuğu, gemi kaptanı da sever ve “Körli” adını verir. Kaptanla Ahmet Esat arasında baba-çocuk ilişkisi başlar. Kaptana, İngiltere’de kimsesi olmadığını ve okumak istediğini anlatır. Londra’da gemiden indikten sonra, kaptanla birlikte evine giden Ahmet Esat, Kaptan’ın karısı Miss Wildim tarafından da sevgiyle karşılanır. Baba olarak hitap ettiği, İngiliz kaptan kendisine her zaman iyi davranmış; ara sıra yaptıkları sohbetlerde ise, ülkesini hiçbir zaman unutmaması gerektiğini hatırlatmış; Ahmet Esat’ın Türkiye’ye ait olduğunu unutmamasını tavsiye etmiştir. Ahmet Esat bu arada İngiltere’de “Navy College”e kaydolur. Galatasaray Lisesi’nde boksa ilgi duymuş, bazı kuralları öğrenmiştir. Navy College’de ise artık profesyonel olarak boks sporu ile ilgilenmeye başlamış; hatta okulda aldığı başarılarla ün kazanmıştır. Ahmet Esat, 1914 yılında Navy College’den mezun olmuştur. Mezun olduktan sonra İngiltere’de bir müddet kalmış; bu arada Fransa başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerini de gezmiştir. İngiltere’de kaldığı yıllarda İngilizce bilgisini çok geliştirmiş; bir İngiliz’den daha fazla bu dilin ayrıntılarını, gramer kurallarını öğrenmiştir. O kadar ki, İngiliz dilinin her türlü şivesini rahatlıkla konuşabilecek düzeye gelmiştir. Yurt dışında kaldığı süre zarfında, Batı uygarlığını, Batı insanının hayat tarzını çok yakından incelemiş; daha sonraki hayatında ise, bunları bir bir uygulamaya koymuş; bir Avrupalı gibi yaşamaya dikkat etmiştir. Avrupa’da yaşadığı süre zarfında Avrupa sosyetesi ile birlikte olan, onların meclislerine katılan Ahmet Esat Tomruk, eğlence hayatı ile de yakından ilgilenmiş; Avrupa şehirlerindeki hayatı, çoğunlukla zengin kişilerin devam ettikleri merkezlerde geçmiştir. Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yaptığı seyahatlerle bilgi ve kültürünü arttırmıştır. Ahmet Esat Tomruk, Galatasaray Lisesi’nde amatörce, Navy College’de öğrenci iken profesyonelce ilgilendiği boks sporu ile Avrupa’da artık bir profesyonel gibi uğraşmaya başlamış; ringlerde isminden bahsedilir olmuştur.

1.Dünya Savaşı ve Millî Mücadele Yıllarındaki Faaliyetleri

Ahmet Esat Tomruk, 2 Ağustos 1914 tarihinde Birinci Dünya Savaşı başlayıp, Almanya’nın Fransa’ya savaş ilan etmesi üzerine ülkesine dönmenin daha uygun olacağına kanaat getirerek 1914 yılı ağustos ayında İstanbul’a dönmüştür. Seferberlik ilan edildiğinden bir müddet sonra Ahmet Esat da Topçu Asteğmeni olarak Çanakkale cephesine sevk edilmiş; V. Ordu karargâhında göreve başlamıştır. Çanakkale cephesinde hastalanan Ahmet Esat’a bir müddet tebdil-i hava verilir ve İstanbul’a gönderilir. İstanbul’da kaldığı süre zarfında iznini ihlal edince, durum mahkemeye intikal eder; Enver Paşa’nın aracılığıyla kurtulur ve tekrar cepheye gönderilir. Özellikle Çanakkale cephesinden İstanbul’a gizli olarak gelen, İngiliz denizaltıları ile ilişkiler kuran Ahmet Esat Bey, Lawrens adıyla anılan ünlü İngiliz casusunun peşine takılmış, bir müddet onun faaliyetleri hakkında hükümete bilgiler aktarmıştır. Ahmet Esat Tomruk bu arada Büyük Cemal Paşa diye bilinen İttihatçıların meşhur lideri ile de yakın diyalog kurmuş, onun güvendiği kişiler arasında yer almıştır. Çanakkale muharebelerinden sonra İstanbul’a dönünce, yine boks sporuyla ilgilenmeye devam etmiştir. Bu sırada, öğrencilik yıllarından beri fikirlerini kendine yakın bulduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti ile de yakın temasa geçmiştir. Cemiyetin İstanbul şubesinde faaliyette bulunmuştur. Ahmet Esat Tomruk bu arada, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin askeri kanadı tarafından kurulmuş olan ve ülkenin her yanında çeşitli meslek gurubu, cins ve mezhepten insanların görev yaptığı Teşkilat-ı Mahsusa’nın örgütüne kaydoldu. Teşkilat-ı Mahsusa’da önemli görevleri üstlendi. Ünlü İttihatçılardan Kara Kemal ve Dramalı Rıza Beylerden çetecilik dersleri aldı. Bir ara Kutulammare’de esir edilen İngiliz Generali Tawshen’in yanına hapsedilerek ondan gerekli bilgileri almakla görevlendirildi. Ahmet Esat Tomruk’un Birinci Dünya Savaşı dönemindeki faaliyetleriyle ilgili bilgilerimiz son derece kısıtlı bulunmaktadır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın içerisinde yer aldığı, önemli görevler üstlendiği bir gerçektir. Anılarından öğrendiğimiz kadarıyla, Mütareke Dönemi’ndeki faaliyetleri hakkında bilgiler daha ayrıntılı olarak yansıtılmıştır.1918 yılında İstanbul’un işgalinden sonra; İngilizlerin şehirdeki baskıları giderek artmıştır. İngilizler İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelenlerini tutuklamaya başlamışlar; başkentte adeta bir İngiliz terörü estirilmeye başlanmıştı. Bu sırada İngiliz boksörlerle de ringlerde mücadele edip, başarılar kazanan Ahmet Esat Tomruk; sporcu İngiliz askerlerinin de ilgisini çekmiştir. Hatta bir İngiliz gibi bu dili konuşması; İngilizler tarafından sempati ile karşılanmasına neden olmuştu. Ahmet Esat Tomruk’un, İngilizler tarafından tutuklanan İttihatçıları kurtarma yolundaki gayretleri ve İngilizlerle yürüttüğü pazarlık bir sonuç vermemiş; bu çabalarından dolayı İngiliz istihbaratı tarafından tutuklanarak Beyoğlu’ndaki İngiliz hapishanesine atılmıştır. Bu hapishanede pek çok işkenceye maruz kalan Ahmet Esat Bey; bir ara firar teşebbüsünde bulunmuş, yabancı bir gemiyle yurtdışına kaçarken Çanakkale Boğazı’nda yapılan arama sırasında yakalanmış ve tekrar İstanbul’a getirilerek hapse atılmıştır. Bir süre sonra da İstanbul’dan alınarak Çanakkale’de bulunan İngiliz Sahra Hapishanesi’ne gönderilmiştir. Orada Hintli Müslüman askerlerle yakın ilişkiye girmiş; onların sempatisini kazanmış, bir müddet sonra da buradan kaçmayı başarmıştır. Ahmet Esat Bey, İngiliz Sahra Hapishanesi’nden kaçtıktan sonra karşı kıyıya geçmiş; uzun bir gece yürüyüşünden sonra Lapseki kasabasına varmış; rast geldiği köylerde karnını doyurarak, hırpani bir kıyafet içerisinde Biga’da Kuva-yı Milliyecilere sığınmıştır. Bir süre sonra oradaki milislerle yakın diyalog kurmuş; onlara başından geçenleri anlatarak kendini de tanıtmıştır. Ahmet Esat Bey, Biga’da kaldığı süre içinde burada bulunan Kuva-yı Milliye gruplarını ve halkın genel psikolojisini de yakından tanıma fırsatı bulmuştur.

Biga yöresinde Kuva-yı Milliye ile temasa geçtikten sonra 61. Tümen Komutanı Albay Kâzım (Özalp) Bey ile de tanışan Ahmet Esat Bey, mükemmel İngilizcesi sayesinde kendisine verilen özel görevlerde Amerikalı gazeteci kimliğine bürünerek gerekli bilgileri toplamayı başarmıştır. Davranışları ve konuşma tarzı, fiziksel görüntüsü tıpatıp bir İngilize benzeyen Ahmet Esat Bey; Biga yöresi Kuva-yı Milliyecileri tarafından “İngiliz Kemal” adıyla anılmaya başlanmıştır.[6] Ahmet Esat Bey, ise kendine bu teklifi yaptıklarında lakap adı olarak çok sevdiği boksörlerden Kemal (Bikof) Bey’in ismini almak istediğini belirtmiştir. Öte yandan ölümünden sonra gazetelerde yayınlanan bilgilerde ise bu ismin kendisine Atatürk tarafından verildiği yorumu yapılmıştır. Ahmet Esat Tomruk anılarında, Biga bölgesindeki Kuva-yı Milliyecilerin bu ismi kendisine layık gördüklerini belirtir. 1919 yılından itibaren Ahmet Esat Bey, artık İngiliz Kemal olarak anılmaya başlanacaktır. İngilizcenin her türlü aksanını rahatlıkla konuşan Esat Tomruk, sarışın, mavi gözlü biri olmasından dolayı siması ile de adeta bir İngiliz’i andırmaktadır. İngiliz Kemal, Balıkesir bölgesinde Anzavur ve Gâvur İmam’la yapılan mücadelelerde aktif olarak görev yapmıştır. Özellikle Anzavur’la, Amerikalı gazeteci kimliğine bürünerek Bandırma’da yaptığı mülakat ve aldığı bilgiler Albay Kâzım Bey için son derece önemli idi. Nitekim bu bilgiler değerlendirilerek Anzavur’a karşı yürütülecek politika belirlenmiştir.

Yunan ileri harekâtı başlayınca Balıkesir bölgesinden Bursa’ya oradan da Eskişehir üzerinden Ankara’ya ulaşan İngiliz Kemal; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey, Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa tarafından da kabul edilmiştir. Yapılan bu görüşmeden sonra, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Rumca bildiği de dikkate alınarak Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Şubesi’nde görevlendirilmiştir. Artık Ahmet Esat Bey, Genelkurmay Başkanlığı’nın bir istihbarat memurudur. Ahmet Esat Bey, Genelkurmay karargâhında kendisine görev verildikten sonra, Albay İsmet Bey’in huzuruna çıkarılmıştır. Anılarından öğrendiğimize göre, İsmet Paşa, karşısına oturttuğu Ahmet Esat Bey’e masada duran tabanca, bayrak ve Kur’an-ı Kerim üzerine elini koydurarak, “İcap ederse vatanı için canını feda etmekten kaçmayacağına dair” sadakat yemini ettirmiştir. Ahmet Esat Bey, anılarında, her an ölümün yakın olduğu bir yolun yolcusu olarak büyük bir gururla bu vatan görevini kabul ettiğini ifade eder. Ahmet Esat Bey’e Genelkurmay tarafından verilen görev, Yunan ordusu karargâhına girip gerekli bilgileri toplamak; bu bilgileri vakit kaybetmeden Ankara hükümetine aktarmak idi. Ahmet Esat Bey görevini öğrendikten sonra, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile vedalaşarak Ankara’dan ayrılır. Hedefi, İzmir’deki Yunan ordusu karargâhıdır. Artık hedefe ulaşmak üzere gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra yola çıkar. Kara yoluyla Antalya’ya giden Ahmet Esat Bey, orada Amerikalı gazeteci Herri Williy kimliğine bürünerek gerekli belgeleri, pasaport vesaireyi de Trablusgarplı Sait takma adıyla İtalyan Konsolosluğu’ndan temin ettikten sonra Antalya’daki Hidiviye kumpanyası vapurlarından birine binerek Rodos’a geçer; Rodos’ta kendini Amerikalı gazeteci ve sinema muhabiri olarak tanıtır. O sırada Rodos’ta bulunan İzmirli Musevilerden tüccar Zaharof ile tanışır. Zaharof kendisine tercümanlık yapar. Rodos kumarhanelerinde bir gecede çeşitli oyun hileleriyle kazandığı 45.000 frank ile kendi deyimiyle İzmir’deki vatan görevine başlar.

Ahmet Esat Bey’in İzmir’deki hayatı bonkör bir Amerikalı gibi geçmiş; İzmir’in ileri gelen gayr-ı müslimleri ve Yunan subayları tarafından gıpta edilen bir kişi olarak görülmüştür. Kısa sürede gece hayatının aranan siması olan Ahmet Esat Bey, üst düzey Yunan subaylarıyla da samimiyetini arttırmış; hatta onların en gizli toplantılarına dahi katılmış; aldığı bilgileri İzmir’de kendisi gibi görevli bulunan Uşaklı Alaattin (Tiritoğlu) vasıtasıyla Antalya mutasarrıfı Aşir Bey’e aktarmıştır. Aşir Bey de aldığı bilgileri Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa’ya günü gününe iletmiştir. Ahmet Esat Bey (İngiliz Kemal), bu arada Yunan ordusu başkomutanı Papulas ile de gazeteci kimliğiyle mülakat yapmış; Yunan kralının Anadolu’ya yapacağı ziyareti takip edecek gazeteciler arasında yer almıştır. Çerkez Ethem’in Yunan ordusuna sığındığı sırada Ethem’in adamları tarafından Yunanlılara ispiyon edilen Ahmet Esat Bey, kısa sürede Yunan makamları tarafından yakalanmıştır. Bir süre sonra Yunanlılar tarafından divan-ı harbe verilmiş; fakat o bu tutukluluk dönemi esnasında hiçbir şekilde Türkçe konuşmayarak kimliğinin meçhul kalmasını sağlamıştır. Hatta Yunanlı hâkimler bile onun Amerikalı olduğuna kanaat getirmişlerdir. Ahmet Esat Bey, bilahare İzmir’deki hapishaneden Yunanistan’a nakledilmiş; bir süre Atina’daki hapishanelerde kalmış, Yunan hapishanelerinde çok sıkıntılı günler geçirmiş; bir yolunu bularak Atina’daki hapishaneden kaçmayı başarmıştır. Ahmet Esat Bey, parasız pulsuz bir şekilde Atina hapishanesinden kaçmış; el becerileri konusunda mahir biri olduğundan caddede dalgın şekilde dolaşan bir Rum’dan çarptığı bir miktar para ile bir Fransız şilebine kaçak olarak binip İzmir’e gelmiştir. İzmir’e geldiği sırada Türk orduları, Yunanlıları denize dökmüş; bütün ordu karargâhı Bornova’da konuşlandırılmış durumda idi. Ahmet Esat Bey, bu sırada Genelkurmay karargâhına uğrayıp Fevzi Paşa ile görüşmüş, başından geçenleri anlatmış; kendisine on beş gün kadar istirahat verilmiştir. Bu süre zarfında İzmir’i dolaşmış; birkaç ay evvel işgal altındaki İzmir’de geçen hatıralarını bir bir gözünde canlandırmıştır. Bu arada İzmir’de Balıkesir’den tanıdığı eski arkadaşları Albay Kazım (Özalp) Paşa, Vasıf (Çınar) Bey, Necati Bey ve Hüsnü Beylerle buluşur. Bir süre sonra da Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilir. Başkomutan, hâl hatırını sorduktan sonra Ahmet Esat Bey’in maceralarını dinler. Ahmet Esat Bey, bu arada Kâzım Paşa’nın kendisine verdiği 10 altın lira ile giyim kuşamını düzeltir, ihtiyaçlarını giderir.[7] Kendisine bu arada bir müddet Genelkurmay tarafından istirahat verilmiştir. Bir süre sonra tekrar Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile Fevzi Paşa’nın huzuruna davet edilmiştir. Bu defaki görevi ise Batı Trakya’dadır. Ahmet Esat Bey, Sofya üzerinden Bulgaristan’ın Rodofsk kasabasından geçerek Batı Trakya’ya girer. Batı Trakya’da ise o sırada Yunan ordusunun hizmetinde bulunan Ermeni generali Antranik’in karargâhının bulunduğu Gümilcine’ye gider. Kendisini yine Amerikalı gazeteci olarak tanıtır. O sırada Amerika’ya gitme sevdasında olan Agop adlı bir Ermeni ile dostluk kurarak, bu Ermeni gencinin aracılığıyla General Antranik’in yakınına ulaşır; gerekli bilgileri toplar. Görevi bittikten sonra tekrar Sofya’ya döner. Sofya’da bulunan TBMM hükümeti elçilik başkatibi Numan (Menemencioğlu) Bey ile de görüşür. Ahmet Esat Bey böylece bu görevini de başarıyla tamamlayıp Ankara’ya döner. Kendisi bu görevi hakkında fazla bilgi vermez.

Millî Mücadele Sonrası Yıllar

Ahmet Esat Bey, 1924 yılında Genelkurmay’daki istihbarat görevinden ayrılmış; Millî Mücadele dönemini içeren anılarını yazıp yayınlamıştır. Ahmet Esat Bey, başkente dönünce kendi deyimiyle “herkesin cemaziyülevvelini (gizli saklısını) bildiğinden”, kendisinden çekinilen bir kişi olmuştur. Hakkında türlü türlü dedikodular çıkarırlar. Kimi Vahdettin yanlısı, hilafet yanlısı, kimi de hanedan üyesi gibi göstermeye çalışır. Bütün bu dedikodulara kulak asmayan Ahmet Esat Bey, İstanbul’a yerleşir. Dört yabancı dil bildiğinden tercümanlık yapmaya başlar; bazen de turizm rehberliği gibi işlerle uğraşır. Bu arada 1932 yılına kadar da hafif sıklet boks şampiyonluğunu kimseye bırakmaz. 1932 yılında boksu bırakır. Yüzme ve yelken sporuyla ise, yaşlılık dönemine kadar devam eder. Ahmet Esat Bey’e soyadı kanunu ile boks sporundaki başarısı ve vurduğu sert yumruklardan dolayı “Tomruk” soyadı verilmiştir. Ahmet Esat Bey, II. Dünya Savaşı çıkınca tekrar aranan bir kişi olur. Balkan ülkeleriyle Avrupa ülkelerinin de Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir istihbarat görevlisi olarak çalışmış; topladığı bilgileri Ankara’ya göndermiştir. Savaş bitince tekrar ülkeye geri dönmüş, hayatını yine İstanbul’da sürdürmüştür. Türkiye’ye döndükten sonra, bir müddet Anadolu Ajansı’nda görev yapan Esat Tomruk’un, bu görevine ait Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü ve arşivinde yaptığımız araştırmada, -arşivin 1945 yıllarında yandığından ve 1945 yılı öncesine ait bütün belgeler kül olduğundan- herhangi bir bilgiye ulaşamamıştır. Ahmet Esat Tomruk uzun yıllar İstanbul Hilton Oteli’nin baş tercümanlığını yapmış; fırsat buldukça da turist kafilelerine rehberlik ederek İstanbul’u tanıtmıştır. Ahmet Esat Tomruk bundan sonra hayatının büyük bölümünü İstanbul’da geçirmiştir. Ömrünün sonlarına doğru büyük sıkıntılar içerisine düşmüş; Emekli Sandığı’na yaptığı müracaat sonunda Vatana Hizmet Tertibi’nden, kendisine aylık 500 lira verilmesi kararlaştırılmıştır. 26 Haziran 1964 tarihinde kabul edilen kanunda şu maddelere yer verilerek kendisine maaş bağlandığı belirtilmekte idi:

“Md. 1. Millî Mücadele kahramanlarından olup, fevkalade hizmetleri görülen İngiliz Kemal namiyle maruf Ahmet Esat Tomruk’a hayatta bulunduğu müddetçe Vatana Hizmet Tertibinden 500 lira aylık bağlanmıştır. Md. 2. Bu kanun yayımını takip eden aybaşından itibaren yürürlüğe girer. Md. 3. Bu kanun hükümlerini Maliye Bakanlığı yürütür.”[8]

Bu durum Resmî Gazete’nin 11748 tarihli sayısında da yayınlanarak, Esat Tomruk’a maaş bağlandığı ilan edilmiştir.

Resmî Gazete ’de de yayınlanmasının ardından 1964 yılı temmuz ayından itibaren Vatana Hizmet Tertibinden maaş alması gerekirken, bürokratik engeller ve aksamalarla karşılaşmıştır. Bu aksaklıklar, Esat Tomruk’un 27 Ağustos 1964 tarihinde Maliye Bakanlığı’na bir telgraf yazmasına ve bu durumu hatırlatmasına neden olmuştur. Esat Tomruk, Maliye Bakanlığı’na yazdığı telgrafta şunları dile getiriyordu:

“Hıdemat-ı Vataniye faslından maaş bağlandığı halde şimdiye kadar buna mazhar olamadım; rahatsız ve perişan haldeyim. İlgililere emrin acele gönderilmesini rica ederim. Kuloğlu Sk. No: 12 S.O.S. Apt. İngiliz Kemal”

Esat Tomruk’un yukarıda yazılı olan telgrafını alan Maliye Bakanlığı Emekli İşlemleri Daire Başkanlığı 9 Eylül 1964’te hemen Esat Tomruk’a bir telgraf yazarak, Vatana Hizmet Tertibi’nden maaş alabilmesi için resmî senet düzenlendiği bunun için de doğru ikametgâh adresini bildirmesini istemiştir. Birkaç gün sonra Esat Tomruk, el yazısıyla kendi adresini yazıp 15 Eylül 1964 tarihinde Bakanlığa müracaatını yapmıştır.[9] Bakanlığa yapılan bu müracaatın ertesi günü, yani 16 Eylül tarihli yazıda Emekli İşleri Dairesi, ayda 500 lira verilmesi hususunu onaylamış ve Esat Tomruk’a bir resmî belge verilmesini kabul etmiştir. Yazışmaların bitmesini müteakip Ekim ayından itibaren Esat Tomruk, Vatana Hizmet Tertibinden 64. sırada maaş almaya başlamış; aylık olarak da 500 lira tespit olunmuş ve 1 Mart 1963 tarihinden başlamak üzere öncekileri de topluca almıştır. Vatana Hizmet Tertibinden verilen maaşlar kanuna göre zamma tabi tutulmazken bir yanlışlık eseri olarak Esat Tomruk’un bir müddet zamlı maaş aldığı ve bu alınanların ölümünden sonra geri ödenmesi konusunun gündeme geldiği, fakat bakanlığın bilahare bunu geri istemekten vazgeçtiğini de belgelerden takip etmekteyiz. İlk eşi Mevhibe Hanım’dan basında çıkan haberlere göre Günseli adında bir kızı olduğu belirtilen Ahmet Esat Tomruk, bu eşinden ayrıldıktan sonra 11 Şubat 1943 yılında Dorothy Minnic adlı bir İngiliz aktrisle evlenmiştir.[10] Ahmet Esat Bey, 9 Şubat 1966 tarihinde beyin kanaması geçirmiş ve Fransız Pastör Hastanesi’ne kaldırılmıştır. Arkadaşları tarafından hastaneye götürülürken, “benim gibi bir adam ölmemeli. Fakat bu fırtınalı hayatın sonu her halde kötüye gidiyor” dediği duyulmuştur.[11] Fransız Hastanesinde beş gün komada kalan bu ünlü Türk casusu, 14 Şubat 1966 tarihinde sabaha karşı vefat etmiştir. Nüfus kayıt örneği ile elde edilen bilgilere göre kalp krizi neticesinde ölmüştür. İlk eşi Mevhibe Hanım’dan doğma kızı Günseli, nikâhlı eşi Mrs. Dorothy ve İstanbul halkının katılımı ile 17 Şubat 1966 tarihinde Şişli Camii’nde kılınan ikindi namazından sonra Emirgan’daki aile mezarlığına defnedilmiştir.

İngiliz Kemal müstear ismiyle Türk İstiklâl Harbi döneminde büyük hizmetlerde bulunan bu ünlü Türk casusu, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Rumca dillerini biliyordu. Kırmızı şeritli “İstiklal Madalyası’nı kimsenin cesaret bile edemediği zorlukların üstesinden gelerek hakkıyla kazanan ve bizzat Atatürk’ten bu madalyayı alan Ahmet Esat Tomruk, “Yacth Club London”, “Racing Club Southampton”, “National Sporting Club” ve “British Travel Asso” teşekküllerinin üyesi idi. Ahmet Esat Tomruk, profesyonel olarak boks sporu ile uğraşmış ve 1916–1932 yılları arasında hafif sıklet boks şampiyonluğunu korumuştur. Yüzme ve yelken sporlarıyla da ilgilenmiştir. İstiklal Harbi ve sonraki dönemde yaptıklarıyla Türk kamuoyunda silinmez izler bırakan Ahmet Esat Tomruk, deyimlerimize dahi konu olmuş; zeki birini tarif ederken “İngiliz Kemal gibi zeki adam” deyiminin çıkmasına neden olmuştur. Esat Tomruk, öğrencilik ve gençlik dönemi ile Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemine ait hatıralarını Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da neşretmiştir.[12] Daha sonraları (1940–50 yıllarında) yazar Recai Sanay, Ahmet Esat Tomruk’u konuşturarak hayatının çeşitli dönemlerini kendi üslubunu da katarak romanlaştırmış ve İstanbul’da bulunan Nebioğlu matbaasında yayınlamıştır.

SONUÇ

Ülkenin kurtuluşu ve geleceği için türlü zorluklara katlanan, hain gibi bir ithamı sineye çekecek kadar ülkesine aşık bu ismi hak ettiği yere koymamız vicdani bir borçtur. Kurtuluş Savaşımızın bu değerli ve vatansever kahramanı nice diğer adsız kahramanlar gibi, kendisini gün ışığına çıkaracak araştırmacıları ve akademisyenleri beklemektedir. Umarız yakın zamanda bu ve buna benzer değerlerimiz tarih sayfalarında hak ettikleri yerleri alacaklardır.



[1] Koloğlu, Orhan, Jurnalcilikten Teşkilat-ı Mahsusa ’ya, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2013, s.23

[2] Bardakçı, Murat, Enver, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2015, s.29

[3] Tetik, Ahmet, Teşkilat-ı Mahsusa Tarihi, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2014, s.46.

[4] Yurtsever, Serdar, Millî Mücadele Dönemi İstihbarat Faaliyetleri, ATAM, Ankara, 2013, s.44.

[5] Ahmet Esat Tomruk’un doğum tarihi ihtilaflıdır. Ansiklopedilerde verilen bilgiler ise son derece yetersizdir. Yazar Recai Sanay, Esat Tomruk hayatta iken bizzat kendisinden dinleyerek kaleme aldığı anılarında 1887 yılında doğduğunu belirtir. Bk., Recai Sanay, Türk Casusu İngiliz Kemal İstiklal Harbi’nde, c. I, İstanbul Tarihsiz (Muhtemelen 1947). Esat Tomruk’un ölümü üzerine gazetelerde çıkan kısa özgeçmişlere bakıldığında bir kısmı 70 yaşında, bir kısmı da 73 yaşında vefat ettiğini yazar. Bk., Milliyet, 16 Şubat 1966; Cumhuriyet, 16 Şubat 1966.

[6] Kâzım Özalp, Millî Mücadele dönemiyle ilgili kaleme aldığı eserinde İngiliz Kemal’e de birkaç sayfa ayırarak yaptığı faaliyetleri özetlemiştir. Bk., Kâzım Özalp, Millî Mücadele 1919-1922, c. I, Ankara 1988, s. 81-114.

[7] Türkmen, Dr. Zekeriya, Türkiye Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 213-218

[8] T. C. Emekli Sandığı Arşivi nr: VH 000592, Esat Tomruk (İngiliz Kemal Dosyası).

[9] Esat Tomruk bu telgrafında adresini şu şekilde yazmıştır: Kuloğlu Sk. No: 12, S. O. S Apt. Beyoğlu/İstanbul. Bk., T. C. Emekli Sandığı Arşivi, aynı dosya.

[10] Ahmet Esat Bey’in nüfus tezkiresinde çocuğu olduğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır (Y.N).

[11] Cumhuriyet, 16 Şubat 1966.

[12] İngiliz Kemal’in, K. Esat rumuzuyla bizzat kendisinin, İstanbul’da 1340 (1924) yılında “İşgal ve Mücadele Senelerinde Bir İstanbul Gencinin Yaptıkları” adıyla yayınladığı, yalın anlatımı olan, başka bir yazarın katkı ve fikirlerini içermeyen hatıralardır. Esat Tomruk, bu eserini 1340-1344 yılında İstanbul’da Yeni Matbaa (Babıali Caddesi, Reşit Efendi Hanı) kitap olarak neşretmiştir.