Anadolu topraklarimiz.

[XFB] Konu Bilgileri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Diyar Diyar Anadolu kategorisinde Esra_Liman tarafından oluşturulan Anadolu topraklarimiz. başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 463 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 1 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Diyar Diyar Anadolu
Konu Başlığı Anadolu topraklarimiz.
Konbuyu başlatan Esra_Liman
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Esra_Liman

Esra_Liman

Admin
Kayıtlı Üye
Yönetim
Grafiker
Katılım
30 Mar 2020
Mesajlar
171
Tepkime puanı
394
Puanları
63
Konum
Ok
Anadolu Toprakları eşi benzeri olmayan ve dünyanın hiçbir kara parçası ile karşılaştırmasını yapamayacağımız ayrıcalıklı topraklardır. Öylesine ayrıcalıklıdır ki, üzerinde yetiştiremeyeceğimiz hiçbir bitki yoktur. Peki, bu ayrıcalık nereden kaynaklanıyor? Bu ayrıcalığın nedenlerine sırasıyla bakalım:


BUZUL ÇAĞLAR DÖNEMİ

Dünyamız, bugüne kadar dört dönem buzul çağı geçirmiştir. Buzul çağının her biri iki ile üç milyon yıl sürmüştür. Son buzul çağıysa, milattan on sekiz bin yıl önce sona ermiş ve yaklaşık 250 000 yıl sürmüştür. Anadolu Toprakları son buzul çağını yaşamamıştır. Yaklaşık 250 000 yıl olarak tahmin edilen dördüncü buzul çağı Anadolu Topraklarını etkisi altına almamıştır.

Buzul dönemde bitki (tohum) ve mikrobiyolojik floranın kendisini geliştirmesi ve adaptasyon faaliyetleri durur. Topraktaki bir tohum filizlenip gelişemez, çiçek açamaz. Toprakta bulunan mikroorganizmalar da faaliyetlerini durdururlar. Tıpkı bir derin dondurucuda mikropların ürememesi gibi. Mikroplar (bakteriler ve virüsler) çoğalamazlar. Aynı şekilde buzul altında kalan tohumların de gelişmesi söz konusu değildir. Tıpkı donmuş topraklarda tohumların gelişmesinin mümkün olamayacağı gibi… Kısaca, buzul çağda bitkiler ve mikroorganizmalar yaşamlarını sürdüremezler, gelişimleri ve adapte olma özellikleri de durur. Bir bitki baharda filizlenir, çiçek açar, tohumları toprağa dökülür. Toprağa dökülen tohumlar bir sonraki bahar mevsiminde tekrar filizlenir, çiçek açar ve tohumları tekrar toprağa düşer. Her bahar mevsimiyle bu yaşam tekrar ederek devam eder. Her defasında bitki tohumlarının genetik yapısı çevre şartlarına bağlı olarak kendisini mükemmele doğru geliştirir. Bu durum genetik yapıya sahip her canlıda aynıdır. Kendisini geliştirme programı, her canlının genetik yapısında vardır.


İşte, Anadolu toprakları yaklaşık 250 000 yıl süren dördüncü buzul çağı yaşamadığı için bitkiler ve mikroorganizmalar doğal yaşamlarına devam ederek genetik gelişimlerine ve toprakla uyumluluklarına ve de bulundukları ortamın çevre şartlarına göre de uyum faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Anadolu topraklarında yetişen bitkiler 250 000 kez çiçek açıp tohumlarını toprağa dökmüşlerdir. Bu döngü 250 000 kez tekrar etmiş demektir. Anadolu toprakları, 250 000 yıl farkla, buz altında kalan diğer ülke topraklarına göre öndedir. 250 000 yıllık bu gelişmişlik farkı Anadolu toprakları üzerindeki bitki örtüsünü rakipsiz ve ayrıcalıklı kılmıştır. Bu zaman zarfında Anadolu topraklarının bitki örtüsü kendisini geliştirip en mükemmel bir şekilde genetik gelişimlerini tamamlarken, dünyadaki birçok bölgenin bitki florası buzul çağından dolayı gelişmede ve bulundukları bölgenin toprağına uyumlulukta geri kalmıştır (yerinde saymıştır).



KLİMATOLOJİ

Dünyanın hangi bölgesine bakarsanız en fazla 3 farklı iklim (meterolojik-klimatolojik) içeren haritaya sahiptirler. Anadolu'ya baktığımızda ise, 6 farklı klimatolojik bölge görürüz. Önceleri rus asıllı alman klimatolog Wladimir Köppen ve daha sonra yine alman asıllı klimatolog Rudolf Geiger ortak çalışmaları neticesinde 1936 yılından beri geçerli olan ve bugün dahi tüm dünyanın kabul ettiği Köppen-Geiger iklim bölgeleri haritalarını çıkarmışlardır. Bu haritalara baktığınızda Anadolu'da 6 farklı iklimin hüküm sürdüğü bölgesel haritayı görmekteyiz. İklimdeki bu altı farklı çeşitlilik Anadolu Topraklarında yetiştiremeyeceğimiz bitkinin olmadığının da göstergesidir. Gerçekten de topraklarımızda yetiştiremeyeceğimiz herhangi bir bitki yoktur.

Bazı durumlarda bazı ağaçlarda tohumu veya fidanı ilk ekildiğinde bir takım zorluklar ile karşılaşabiliriz; Bunun sebebi adaptasyondur. En geç birkaç yıl içerisinde dikilen ağaç bulunduğu toprağın mikrobiyolojik florasına, iklimine ve çevre şartlarına uyumluluğunu geliştirerek verimli hale dönüşür. Örneğin, kivinin ülkemizde ilk tarımı yapıldığında adaptasyon süreci yaşanmıştır. Artık adaptasyon süreci geride kalmış, gayet başarılı tarımı yapılmakta ve kaliteli ürün alınmaktadır. Daha önceleri kivi tamamen ithal ediliyordu.

Anadolunun 6 farklı iklim bölgelesinin (zone) olması biyolojik çeşitlilikte zengin endemik bitki florasının oluşmasında ve bu yapının korunmasında en önemli faktörlerden bir tanesidir. Değerli okuyucu, doğayı anlar, onun kurallarını öğrenir ve de ona ayak uydurursak doğa her dönemde biz insanlara nimetlerini sunmaya devam eder. Ancak, doğayı anlamadan, tanımadan ve kurallarını öğrenmeden değiştirmeye kalkışırsak onu cezalandırmış oluruz. İşte, tabiatı cezanlandırırsanız, tabiat da sizi cezalandırır. Bugün yaşadıklarımız buna en güzel örnektir. İnsanoğlu, tabiatın tohumlarını değiştirdi. Tükettiğimiz nimetlerin (sebze, meyve ve tahıl) tadı-tuzu yok. Tohumları değiştirdiğimiz için bu nimetlerin içerikleri de eksik kalmıştır. Tohumları değiştirilmiş bu ürünlerin birçok etkin maddesi eksik veya yetersiz olduğu için bağışıklık sistemi yeteri kadar güçlenemediğinden, yatkın olduğu hastalıklara kolayca yakalanabilmektedir. Kısaca, tohuma müdahale etmek, NİMETİ İLLETE DÖNÜŞTÜRMEK anlamına gelir.

KÜKÜRT VE BOR

Güney Doğu Anadolu'da kükürt içerikli zengin topraklar bulunur. Afşin-Elbistan yöresinde her yıl yapılan Lahana yarışmasında ağırlığı 45 kiloya varan lahana yetiştirilmektedir. Elbistan'da ortalama ağırlığı 35 kg olan lahana yetişmektedir. Görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Acaba ne kadar hormon vererek bu hale getirdiler diye düşünenler bile oluyor. Hormonla hiç alakası yoktur. Elbistan bölgesi kükürt içerikli zengin linyit kömür yataklarına sahiptir. Toprağının kimyasında bulunan kükürt bu ağırlıkta ve büyüklükte lahana yetişmesinde en önemli rolü oynamaktadır. Unutmayınız, lahana, brokoli, karnabahar, turp, hardal, soğan, sarımsak, pırasa hepsi zengin kükürt içeriklidir. İsimlerini yazdığım tüm bu ürünler, insan sağlığının korunmasında çok fonksiyonel, çok amaçlı besinlerdir. Anadolu Topraklarında yetişen bu ürünler dünyanın herhangi bir kara parçasında yetişen cinsleri ile mukayese dahi edilemez.

İç Anadolu'nun kuzeyi ve doğu Ege bölgesinin zengin Bor içermesi, bu bölgelerde yetişen tıbbi bitkilerimizi, dünyanın en üstün ve en ayrıcalıklı bitkileri yapmaktadır. Özellikle bu bölgelerde yetişen bitkilerin segonder metabolitlerinin farklılığı ve şifa gücü, toprağının içerdiği bor'dan kaynaklan-maktadır.

BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK

Değerli okuyucu, Trabzon-Çaykara-Sürmene yöresinin ortak vadileri olan Sultan Murat Yaylası öylesine ayrıcalıklı ki, ilk seyahatimdeki şaşkınlığımı halâ unutamam. Tek bir vadide 80 çeşit armut ve en az 50 çeşit erik ve elma türünü bir arada görebiliyorsunuz. Bölge insanın yaşlıları her türün ismini size teker teker sayıyor. İşte, size birkaç armut türünün o yöredeki adları:

Bsomolikap, Şekerap, Gontrap, Kastonap, Koçinap, Karpuzap, Şimonap, Mayap, Ağrap, Limonap, Kundurap, Gayzurap, Alikanap, Alyanak, Ksilap Dalkırap, Rus armudu, Masrapap, Milap, Brokopap, Zilbano, Değirmenap (tükenmiş, yok olmuş), Alevrap, Abizika (tükenmiş, yok olmuş),Lazap

Bunlar, Sultan Murat Yaylasını ziyaretim sırasında not aldığım armut türlerinden bazıları. Yukarı Hopşera (Akdoğan) köyündeki caminin önünde gördüklerim karşısında gözlerim doldu; 10 metre karelik toprak yüzeyinde en az 18 çeşit bitki türü saydım. Kırkkilit (equisetum arvensa) bitkisinden, ısırgan türlerini (dişi ve erkek), havucun gen kaynağını, karanfilin başlangıç türünü, marulun gen kaynağını gördüm. Ve bu bitki örtüsünün %40 ı 15-20 günde bir değişiyor. Karayemiş (laz kirazı) tabiki bolca vardı. O bölge insanlarının "şeytan tayyaresi" dedikleri karahindiba nasıl bir endemik bitki olmuş düşündüğüm zaman hayretler içerisinde kalıyorum. Bu zengin biyolojik çeşitlilik bize Allah'ın bir lütfudur. Ne kadar çok farklı bitki bir arada bulunursa, o kadar zengin biyolojik çeşitlilik var demektir. Biyolojik çeşitlilik (çok sayıda farklı bitkilerin bir arada bulunması) yeni yeni bitki türlerinin ortaya çıkmasında en etkili özelliktir.

KÖYLÜLER ANLATIYOR

Köydeki bazı yaşlılar ile konuştum. Sohbet arasında söz gençlerden açılınca, bir duraksama oluyor. Sessizleşiyorlar. Gözlerini ve yüzlerini vadiden aşağıya çevirip, fısıldar gibi mırıldanıyorlar; "onlar büyük şehirlere gittiler, burada sadece biz yaşlılar varız " diyorlar. Konuyu değiştiriyorum, anlıyorum ki, bu onların yalnızlıklarının ötesinde yüreklerinin derinliklerinden yükselen sessiz çığlıkları, özlem duyguları çırpınmaya başlıyor. Anadolu'nun binlerce köyü bugün aynı durumda, yaşlılara terk edilmiş, gençler büyük şehirlere göç etmişler. Anadolu Topraklarının binlerce köyü yaşlılara emanet edilmiş. Büyük şehirlere göç etmiş gençlerine zaman zaman köylerinde yetişen gerçek organik meyve, tahıl, baharat gönderiyorlar. Unutulmamak, hatırlanmak isteklerinin ötesinde çocuklarını, katkısız doğal ürünlerle beslenmelerini istiyorlar. Biliyorlar ki, köyde yaşayan insanlar daha uzun sağlıklı yaşıyorlar. Artık günümüzde doğada yaşayan yaşlılar, büyük şehirlerde yaşayan gençlerini gömer oldular. Kimbilir, bu acıyı yaşamamak adına, içgüdüsel olarak gençlerine köylerinden doğal ürünleri hazırlayıp gönderiyorlar. Yaşlıların gençlerini gömmeleri sadece savaş dönemlerinde olur. Barış ve huzurun olduğu bir ülkede normalde gençler yaşlılarını gömerler. Ancak, günümüz insanı büyük şehirlerde her türlü gıdasını doğal olarak tüketemedikleri için (katkılı olmayan ne kaldı ki) kolayca ve erken yaşlarda yatkın oldukları hastalıklara kolayca yakalanıyorlar. Anadolu köylerinde yaşayanlar doğal ortamda doğal gıdalarla beslenip (katkısız, hormonsuz, zirai ilaçsız ve gübresiz) ve de tertemiz havasını soluduklarından, pınarlarından kanakana serin suları içtiklerinden uzun sağlıklı yaşıyorlar. Anadolu insanın bu anlamda devlete de pek bir yükü yok, hastane ve ilaç masrafları hemen hemen yok denecek kadar az. Büyük şehirler yaşayanlar sağlıklı ve doğal besini pek bulamadıklarından, kolyca hastalanıyorlar, uzun süreli iş kayıplarına neden oluyorlar. Büyük şehir yaşamının insanları ise büyük şehirlerin hastanelerinde MR'lar, tomografiler, doppler sonografiler, çeşit çeşit detaylı tahliller yaptırarak hastalıklarına teşhis koydurmaya çalışıyorlar. Avrupa'da mecbur kalınmadıkça doktorlar MR ve tomografiye izin vermiyorlar. Her iki görüntüleme yöntemi de risk oluşturuyor. MR demek, en az 500-600 adet röntgen filmi çektirmek anlamına geliyor. Yani fazlasıyla ışın alıyoruz. Düşünün, tek bir röntgen filmi çekileceği zaman kurşun yelek giydiriliyor. Neyse ben konuyu çok fazla dağıtmak istemiyorum.

Sultan Murat Yaylasında dolaşırken, Allah'a şükrettim, "Yarabbi, bu nasıl bir zenginlik bize lûtfettiğin" demekten kendimi alamıyordum. Dualarımda, "Anadolu Topraklarının bu biyolojik çeşitliliğinde, büyük şehirlerde yaşayan Anadolu insanını, tohumunda ve bitkisinde emin kıl ve sahip çıkmalarında idrak gücü ver Allah'ım" diyorum.