Mazlumların ahı dağları devirir…

[XFB] Konu Bilgileri

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Dini Konular kategorisinde Prenses tarafından oluşturulan Mazlumların ahı dağları devirir… başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 505 kez görüntülenmiş, 3 yorum ve 5 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Dini Konular
Konu Başlığı Mazlumların ahı dağları devirir…
Konbuyu başlatan Prenses
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Prenses

Prenses

Kayıtlı Üye
Katılım
27 Mar 2020
Mesajlar
710
Tepkime puanı
1,068
Puanları
93
Konum
istanbul
-
Meşhur bir atasözümüz vardır: “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.” Hiçbir zaman Allah (C.C.) mazlumların haklarını zalimlerin yanında bırakmaz. Hakkı tecelli ettirir ve hakkı mutlaka sahibine verir. Çoğu kere bu dünyada bile zalim; mazluma yaptığının karşılığı olarak cezasını bulur. Allah (C.C.) zalimden mazlumun intikamını alır. Şu kesindir ki, hiç kimse haksızlığa uğramayacak. İlahi adaletin bir neticesi olarak bütün mazlumlar er ya da geç ya bu dünyada veya ebedi alemde haklarına kavuşacaklardır. Kimsenin yaptığı yanında kâr kalmaz, kalmayacaktır.
Hz. Allah (C.C.) Kur’an-ı Kerim’inde: “Allah hüküm verenlerin en üstünü değil midir?” buyurmaktadır. (Ettin, 8) Hz. Mevlana şöyle der: “Bu dünya bir dağa benzer. İşlerimiz, yaptıklarımız da seslenmek gibidir. Seslerimiz güzel de olsa çirkin de olsa dağa çarpar, döner yine bize gelir.” Bunu diğer atasözlerimizle daha da anlaşılabilir hale getirebiliriz: “Ne ekersen onu biçersin” veya “Ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına” gibi. Onun için etme bulma dünyası diyorlar. Hangi makamda olurlarsa olsunlar mazlumlara eziyet edenler, mazlumların ahlarını alanlar, mutlaka hesaplaşacaklar ve cezaları ne ise onu çekeceklerdir.
Cenab-ı Hakk’ın adaletini bilen bir kişi küçük çapta olsa bile mazluma eziyet etmemeli ve mazlumun ahını almaktan kaçınmalıdır. Daha doğrusu korkmalıdır. Sadi Şirazi ise şöyle der: “Elinden geldiği kadar bir gönlü perişan etmemeye çalış. Çünkü bir “ah” cihanı altüst eder.”
Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.S.) bir hadis-i şerifinde: “Kim birinin kalbini kırıp onu ağlatırsa, o kişinin bedduasından sakınsın. Çünkü gözyaşları yere düşmeden ne dilerse o olur” buyurmaktadır.
Üç günlük dünyada mazlum ahı almaktan kendimizi korumalıyız. Dünya hayatı fani, ebedi hayat ise bakidir. Fani dünyanın süslerine aldanıp, nefis ve şeytana uyarak; makam, mevki, para hırsı ile kimseyi incitmeyelim. Kimsenin ahını ve bedduasını almayalım. Bakın bu hususu Şems-i Tebrizi bizleri uyarmak için ne de güzel açıklıyor: “Ey İnsan! Kafdağı kadar yüksekte olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma… Her şeyin bir hesabı var, üzdüğün kadar üzülürsün.” Hiç şüphe yok ki bir gün hepimiz kefen elbisesi giyeceğiz (Kefen giymek nasip olursa). Kim bilir belki denizlerde boğulup balıklara yem olacağız. Belki de ateşte yanarak kül olacağız. Başı yastıkta ölmek, kefen elbisesi giymek de bir nimettir. Allah günü geldiğinde hepimize imanı kamil ile bu alemden öbür aleme göçmeyi nasip eylesin.
Hz. Resulullah Efendimiz (S.A.S.) bir hadisi şerifinde ise: “Ey Kâbe! Sen Allah’ın evisin. Sen mübareksin. Fakat bir Müslüman, bir mü’minin kalbini kırsa yetmiş defa seni yıkmaktan daha büyük günaha girer” buyuruyor. Mevlana hazretleri ise: “Ey can; kimseyi kırma. Sözden ağırı yoktur, beden çok yükü kaldırır ama gönül her sözü kaldıramaz…” Mevlana hazretleri bir başka ifadesi ile: “Gönül al, dost al, yoldaş al ama beddua alma…” Mazlumun bedduası dağları devirir, saltanatları bitirir. Hafazanallah…
Resulullah Efendimiz (S.A.S.), Hz. Muaz’ı (R.A.) Yemen’e vali gönderdi. Gönderirken ona dedi ki: “Sen ehli kitap bir kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin ilk şey Allah’a ibadet olsun. Allah’ı tanıdılar mı, kendilerine Allah’ın zekâtı farz kılmış olduğunu zenginlerden alıp fakirlerine dağıtılacağını onlara haber ver. Onlar buna itaat ederlerse kendilerinden zekât al. Zekât alırken halkın nazarlarında kıymetli olan mallarından sakın. Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir.” (Buhari Zekât 1- 41, Ebu Davut Zekât 4-1584)

Yazımızı merhum aşık Çobanoğlu’nun bir kaç dörtlüğü ile bitirelim:
Alma mazlumun ahını
Bir gün çıkar ağır ağır
Gaddar olma, yakma canı
Bir gün çıkar ağır ağır

Doğrulardan asla sapma
Makamlara, mala tapma
Bilerek haksızlık yapma
Bir gün çıkar ağır ağır


Onurunu satma sakın
Ateş yakar, tutma sakın
Mazlumu ağlatma sakın
Bir gün çıkar ağır ağır.

Hz. Allah (C.C.) cümlemizi zulmün, haksızlığın her türlüsünü yapmaktan muhafaza eylesin Amin…

0Kalp kırmamaya dikkat gösterelim…
İnsanoğlunun kalbi ile alakalı Kur’an-ı Kerim’de ayeti kerimeler, Resulullah Efendimizin de birçok hadisi şerifleri vardır. Kalp maddi vücut için de çok önemli bir organdır. Vücuda kanı pompalar ve yine geri çeker. Kalp, Nuri ilahinin tecelli ettiği merkezdir. Kalpler ancak Allah’ı zikir etmekle huzur bulurlar (mutmain olurlar). Kainatta hiçbir şey boşa yaratılmamıştır. Yaratan Allah’ın (C.C.) her ne yaratmış ise mutlaka bir hikmeti vardır.
Kur’an-ı Kerim’de bizler için çok önemli ve bizlere ders verecek bir kıssa vardır. Süleyman (A.S.) bir gün ordusu ile karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza giriniz! Sakın, Süleyman ve ordusu, sizi bilmeyerek kırmasın” demişti. Süleyman (A.S.), karıncanın söylediğini işitti ve “Onu bana getiriniz!” dedi. Getirdiler. Süleyman (A.S.) ona: “Sen, ne için karıncaları sakındırdın? Benim zalim olduğumu mu işittiniz? Yoksa benim adaletli bir peygamber olduğumu mu bilemediniz? Ne için onlara: “Sizi Süleyman (A.S.) ve ordusu kırmasın dedin?” diye sordu. Karınca: “Ey Allah’ın Peygamberi! Sen, benim sözümdeki (Onlar bilmeden) kaydını işitmedin mi? Bununla beraber benim can kırma sözümden maksadım, ancak kalplerin kırılması idi. Senin bir şey vermeni temenni edip fitneye düşmekten, sana bakmakla meşgul olup Allah’ı tesbih etmekten geri kalmaktan korktum!” dedi. Bunun üzerine Süleyman (A.S.) karıncaya: “Bana öğüt ver!” dedi. Karınca: “Babana Davud (A.S.) isminin ne için konulduğunu biliyor musun?” diye sordu. Süleyman (A.S.): “Hayır bilmiyorum” dedi. Karınca: “O, kalp yarasını tedavi etsin diye verildi!” dedi. “Sana Süleyman (A.S.) isminin ne için konulduğunu biliyor musun?” diye sordu. Süleyman (A.S.): “Hayır! Bilmiyorum!” dedi. Karınca: “Göğsüne selamet verilinceye kadar dayanasın ve baban Davud’a (A.S.) erişmeye müstahak olasın diye verilmiştir!” dedi. Sonra: “Yüce Allah’ın, sana rüzgarı, ne için uysal kıldığını, biliyor musun?” diye sordu. Süleyman (A.S.): “Hayır! Bilmiyorum!” dedi. Karınca: “Dünyanın tümünün, esen, gelip geçen bir yelden ibaret bulunduğunu sana haber vermek için!” dedi. Süleyman (A.S.) karıncadan dinlediği sözlerden dolayı hayretler içinde kaldı ve gülümseyerek: “Ey Rabbim! Bana, ana ve babama lütfettiğin nimetine şükür etmemi ve geri kalan ömrüm içinde senin razı olacağın iyi (işler) yapmamı, bana ilham et! Rahmetinle beni de, (Cennette) Salih kullarının arasına dahil et!” (Geniş bilgi için Neml süresi 18-19 ayetlerinin tefsirine bakılabilir.)
Süleyman (S.A.) ile karınca arasında geçen tarihi olayı Cenab-ı Hakk’ın ayetlerinden kısada olsa okuduk. Bir yel gibi esip geçen şu üç günlük dünyada incinmeyelim, incitmeyelim. Kimsenin kalbini kırmayalım. Gönüller yıkmayalım. Hz. Allah (C.C.) bizleri fitne ateşinden korusun.